22.05.2009

Kendine güven

Bir aslan gibi kendine güven

Kendinize ne kadar güveniyorsunuz?
Her hangi bir konuda adım atmaktan korkuyor musunuz yoksa herşeyi göğüsleyecek cesaretinize mi güveniyorsunuz? Siz hangi kategoriye giriyorsunuz. İkisi de değil umarım. Ortası karar elbette. Ortasını tutturamamadığınız zaman kendinizi sıkıntıda hissediyor musunuz? Bu gibi durumlarda özgüven eksikliğimizi ya da fazlalığını gidermek için için neler yapılabilir bir bakalım.

Bu konuyu ele alırken iki ucu da irdeleyelim. Önce özgüven eksikliğini anlayalım.


Özgüven Eksikliği

İçinizde korku varsa ve yapmak istediğiniz şeylerde hareket edemiyorsanız: sizde özgüven eksikliği var demektir. Özgüven eksikliği başaramama inancından kaynaklanır. Kendimizi yetersiz gördüğümüz zaman başaramayacağımıza inanırız. Yetersizlik kendimize verdiğimiz değer ve hayattan aldığımız tatminle alakalıdır. Eğer yaptığımız işlerde karşılık göremediğimize düşünüyorsak yaptığımız işler de gözümüzde değerini kaybeder. İşimizin de kendimizin de değersiz olduğu hissine kapılırız.

Önemli bir noktaya geldik. Yaptığımız işlerin değerini neye göre biçmeliyiz? Uğraş verdiğimiz her işte takdir bekleriz ama öyle durumlar olur ki hak ettiğimiz ödülü alamadığımızı düşünürüz. Herkesin başına zaman zaman bu gibi durumlar gelmiştir. Hakettiğimiz sevgiyi, saygıyı, takdiri görememek bizi doğru davranmaktan, üretmekten, işimizi yapmaktan alıkoyar bazen.


Başkaları yaptığınız işlere, ya da size değer vermiyorsa bu sizin değersiz olduğunuz anlamına asla gelmemeli. Kaldı ki bizim özgüvenimiz, öz değerimizin ölçüsü zaten başkalarının gözüyle değerlendirilmemeli. Kendi değerinizi kendiniz için yaratın. Siz kendinizin değerli olduğuna inanırsanız, işinize verdiğiniz değer de artar ve korkmazsınız adım atmaktan. Hayata yapacağınız katkılar da değer kazanır. Özgüveniniz kendiliğinden yerine gelir.

Aynaya bakın ve değerli olduğunuza inanın. Karşınızdaki insan, yani siz boş ve değersiz değilsiniz. Önce kendinizi sevin ve saygı duyun, sonra başkalarının sizi zaten sevdiğini ve saydığını göreceksiniz. Özsevgi-saygıdan sonra aynı inceliği işlerinize ilişkilerinize de gösterin. Siz kendinize değer vermedikçe başkalarından teyit beklememelisiniz. Önce siz!

Fazla özgüvenli olmak

Özgüven eksikliğine benzer şekilde özgüvenin fazlalığı da sıkıntıya sebep olabilir. Aynı miktarda olmasa bile insan bazen tezcanlılıkla hareket edip sonradan tedbirsiz olmanın problemleriyle karşılaşabilir. Bu demek değildir ki hareket etmemek lazım. Bir amaç uğurunda girişkenliğinizin olması her daim özgüvensizlikten daha iyidir. Önemli olan ön araştırmanızı yapıp başarısızlığa uğramamanız için tedbiri elden bırakmamak, kontrollü hareket etmek, ve kendinize hak ettiğinizden fazla değer vermemektir. Önce bir bakın ve güzelce tartın: neler başarabilirsiniz, ondan sonra planlayın adımlarınızı, risklerinizi. Kendinizi düzgün değerlendirdiğiniz vakit, yanlış adım atmaktan kormayın. Tedbiri elden bırakmakyın!

Hayatın her alanında, ister iş, ister ev, ister sosyal hayat olsun, insan kendini başarısız ve özgüvensiz hissedebip hareketsiz kalabileceği gibi, aşırı özgüvenli de hareket edip sonradan pişmanlık duyacağı adımlar da atabilir. Bu yazıda yazılan kendine değer vermekle ilgili konuları sıkıntı hissettiğiniz alanda uygulayabilirsiniz. Önemli olan sıkıntıyı hangi alanda nasıl yaşadığınızın farkında olmak, geriye çözümü üretip uygulamak kalıyor.
Korkmak ya da korkusuz olmak ikisinin de fazlası zararlı. Önemli olan kendimizden emin olacak kadar bilgi sahibi olup yaptığımız işlerde bir aslan gibi özgüvenle hareket edebilmektir.

16.05.2009

Bahaneler

"Hocam, çalışamadım çünki sular kesilmişti"
Baharda kum tepeleri

Hepimizin okul yıllarından hatırladığımız şu espri dolu sözler neyi hatırlatıyor? Gülümsememize sebep oluyor değil mi? O çocukça saflıkta, sınavina çalışamamış bir çocuğun kendini savunmak amacıyla ürettiği bir cümle. O zaman da komik olduğu kadar saçma geliyordu, şimdi ise açıkça bu cümlenin bir bahane olduğu görünüyor. Zaman geçti, bazı şeyler değişti hayatımızda; büyüdük ve sorumluluklarımız arttı. Artan sorumlulukların yanında çocukluk zamanlarımızdaki kadar bahane üretiyor muyuz hala? Sizin dürüstçe verdiğiniz cevabı duyar gibiyim; ne yazık ki "evet".

Gündelik hayatta ürettiğimiz bahaneleri bir düşünelim;

"Kitap okumuyorum çünki boş vaktim yok",
"Düzenli yemek yiyemiyorum çünki evde yemek yapamıyorum",
"Zayıflamak istiyorum ama yemek yemeyi de seviyorum, o yüzden birkaç kilo fazlam var",
"Sigarayı bırakmak istiyorum ama etrafta çok sigara içen var, bıraksam bile yine başlarım",
"Para biriktirmek istiyorum ama..."

diye liste uzar gider... Bu listedeki cümlelerden herkes hayatı boyunca en az birini dile getirmiştir, gerek okulda, gerek işte, gerekse özel hayatında. İşler yolunda gitmeyince bahane üretme gereği duyuyoruz. Peki sizce bu listedeki yapılmak istenen şeylerden hangileri gerçekten yapılması çok zor, hatta imkansız? Hiçbirisi. Eğer bunlar yapılabilir şeyler ise neden yapılamayacaklarına dair gerekçe üretiyoruz?

Bahane gerçekte nedir?

Bahaneler, yapmamız gereken ama yapmadığımız şeyler için kendimizce, sorumluluğumuzu neden yerine getirmediğimize dair avutmalardır. Bu sorumluluklar başkasına karşı ve daha önemlisi kendimize karşı olan basit ve küçük şeyler olabilir. Tembelliğimizin ya da doğruyu görememizin üzerine örtmek için kullandığımız avutmalardır. Suçluluk duygumuzu böylece gizlemeye çalışıp aslında masum olduğumuzu koşulların uygun olmadığını, o işi yapmamızın zor olduğunu söylemeye çalışırız. Kendimize karşı olan sorumluluklarda bile bahane üretiyor olmamız en ilgincidir. En basitinden sağlığımıza dikkat etmek neden zor olsun ki? Beslenme, bakım, spor, vs. konularında dikkatli olmamamızı neden bahane arkasına gizleyelim. Burada bahanenin kimseye faydası yoktur sadece kendimize söylediğimiz, kendimizce pembe olan yalanlardır.

Faydalı şeyleri iyice kendimizden uzaklaştırmak, yapılabilir olanı yapılamaz hale getirmek,... işimize gelmeyince işe bir kılıf uydurmak, işte tam da bahsetmek istediğim budur.

O zaman ne yapmalı?

Bilinç düzeyimizi daima açık tutmaya gayret etmeliyiz. Bizden beklenilen birşeyi yapmadığımız zaman gerçek nedenleri hep düşünmeye çalışmalıyız. Örneğin, bizden sigarayı bırakmamız bekleniyorsa, bırakamamak konusunda bahane üretmek yerine, gerçekten bırakmayı isteyip istemediğimizi sorgulamalıyız. Gerçekten bırakmayı istiyorsak -kolay ya da zor- bir şekilde bırakılır sigara. Kitap okuyamıyorsak eğer, nedenini sorguladığımızda cevap belki de vakit bulamamak değil, dosdoğru okumak istemediğimiz çıkacaktır. Internette vakit geçirmeyi, televizyon izlemeyi, telefonda arkadaşlarımızla konuşarak vakit geçirmeyi tercih ediyor olabiliriz. Sonuçta gerçekten kitap okumak isterseniz, sizi kim tutabilir ki? Buna kendimize karşı dürüst olmak da denebilir.

Bahaneler her işimize bulaşmış. Artık sorumluluk almanın vakti geldi. Büyük, küçük, bahanelere hep dikkat etmek gerek. Ben de sıkça kullandığım bir bahaneden başlıyorum, kullanmamaya dikkat etmek üzere:

"Bir süredir çok yoğun olduğumdan dolayı ben de yazamıyordum."

Bir daha bu bahanenin arkasına sığınmamak için önce gerçekleri kabul edip, dürüst olmalıyım, kendime karşı. Aslında kurduğum cümle şu olmalıydı: "Canım yazmayı çok istemiyordu, o yüzden bir süredir yazmıyorum."

Bu şekilde düşünürsem eğer, canımın yazı yazmayı istememesini bir suçluluk duygusu içerisinde taşımayıp bu vakitleri daha güzel değerlendirebilir, ve gerçekten yazmayı istediğim zaman daha keyifle yazılar üretebilirim.

Yapmamız gerekenleri ertelemeyi bırakırsak, ancak o zaman bahanesiz cümleler kurmaya başlayabiliriz.

Suçlu kim?




Bir problem yaşadığımızda genelde ilk yaptığımız şey birisini ya da birşeyi suçlamaktır. En sık yaptığımız şey budur. Ne kadar kolay geliyor değil mi? Yaşadığımız mutsuzluklarımızı sorumlusu olarak parmağımızla başkalarını göstermek.
Birisi bizi terkettiğinde, bize darıldığında, işlerimiz ters gittiğinde, çocuklarımız yanlış davranışlar sergilediğinde hep öncelikle kendimizi haklı karşımızdaki kişinin suçlu olduğunu görme eğilimindeyizdir.
Peki durum gerçekte hep böyle midir? Gerçek hayatta bizim yaşadığımız üzüntüden başkaları mı sorumludur? Hayır başkaları sorumlu değildir, biz kendimiz sorumluyuz. Şimdi bana bunu yazdığım için bana kızmış olabilirsiniz. Durun kızmayın hemen, önce neden kendimizin sorumlu olduğunu bir anlamaya çalışalım.
Yaşadığımız çoğu şeyde seçim hakkımız vardır. Ne yiyeceğimiz, ne giyeceğimiz, nerede yaşayacağımız, kiminle birebir ilişkide bulunacağımız, ne işle uğraşacağımızı kendimiz seçeriz. Kimse bize zorla birşey yaptıramaz. Daima bir seçim vardır sözkonusu olan. Evet seçim hakkımız olduğu için üzüntülerimizden biz sorumluyuz, sorumluyuz ama nasıl?
Diyelim arkadaşınızla aranızda dargınlık var. Bazı huylarını sevmiyorsunuz, ona kızdınız ve aranıza soğukluk girdiği için bir süredir görüşmüyorsunuz. Ona kızgın olduğunuz halde arkadaşınızla görüşmeyi de istiyorsunuz. Dostluğuna ihtiyacınızın olduğunu hissediyorsunuz. Barışmak ve görüşmek istediğiniz halde, arkadaşınızın yine sizi rahatsız edecek davranışlarda bulunmasından çekiniyorsunuz. Peki ne yapmalı? Böyle dargın mı kalmalı, yoksa herşeyi unutup barışmalı mı? Kendimizi bir seçim yapmak zorundaymışız gibi hissederiz. Halbuki iki koşulda da birşeyleri kaybedeceğimizi biliriz. Birisinde sevdiğimiz bir arkadaşımızı, diğerinde ise gururumuzu kaybetme korkusu bizi suçlu - kurban rollerini pay etmeye zorlar. Karşımızdaki insanı arkadaş olarak kendimiz seçmişizdir, ve yine hareketlerine bozulup kızmayı da kendimiz seçtik, üzülüp darılmayı da. O yüzden arkadaşınız ne kadar suçlu olabilir, bilinçli bir şekilde sizi üzmeye çalışmadığı sürece?
Ara bir yol bulmak da mümkün bu durumda o da kabullenmekten geçer. Arkadaşımızla ilgili bizi üzen konularda onu suçlamak yerine onun davranışlarını kabullenip onunla daha yapıcı iletişime geçmeyi tercih edebiliriz. Kabullenmek derken sorun olduğu gibi kalsın demiyorum tabi ki, duruma karşı aldığımız tavrı tarifliyor, çözülmesi gereken durumu kabullenmekten bahsediyorum. Kabullenin durumu ama suçlayıcı olmadan, suçladığımız sürece hiçbir yere varamayız. Çünki iş suçlamaya gelince biz etrafımızdaki insanların davranışlarının bizi olumsuz etkilemesine izin vermiş oluyoruz ve en az onlar kadar suçlu olmuş oluyoruz.
İnsanları suçladığımız sürece hep kendimizi kurban olarak hissederiz, ve dolayısı ile öyle algılanırız başkaları tarafından. Bir yerde bir suçlu varsa o suç yüzünden mağdur olmuş bir kurbanın da olması gerekmez mi? Gördüğünüz gibi yanlış tutum yine başka yanlışlar doğuruyor. Halbuki kendimizi egomuzdan sıyırıp olaya dışarıdan, daha geniş bir açıyla bakabilirsek, durumu biraz tersinden, biraz üstten, ve belki de hatta alttan görebiliriz. Bu da ne demek diyecekseniz şöyle bir örnekleme yapalım: Madem "suçlu kim?" diye soruyoruz bir mahkeme salonu düşünelim. Mahkemede sanık, tanık, savcı, hakim, avukat, davacı katip vs. hepsi var, ve hepsinin konuya bakış açısı farklı. Farzedin ki siz hakimsiniz ve olayı değerlendirme makamındasınız. Olaya bakış açınız bambaşka olacaktır, kendinizi karşınızdaki herkesi dinlemek ve onlarla empati kurmak durumunda bulacaksınız. Eğer kendimizi kendi bakış açımızdan sıyırıp, dışarıdan bakan bir göz olarak bakmaya zorlarsak suçlayıcı olmak dışında bambaşka şeyler hissedeceğiz.
Suçlamak hem kurban hem de ceza gerektirir. Halbuki sürekli kurban gibi davranarak ve ceza keserek ilişkilerimizi kurarsak bir müddet sonra etrafımızda kimsenin kalmadığını görüp, kendimizi yanlız kalmış hissedebiliriz. Ceza kesmek derken illaki intikam almaktan behsetmiyorum. Suçlu olarak gördüğümüz kişi ile iletişimi kesmek de bir cezalandırma biçimidir. O kişiyi terkediyoruz, ve dolayısı ile kendimizden mahrum bırakmış oluyoruz.

Gündelik hayatımızda suçlayıcı olmak bir seçimdir. Sırf karşımızdaki insanı suçlayıp kendimizi kurban gösterip olayın içinden çıkabiliriz. "Bırak O vicdan azabı hissetsin, sorunu kendisini düzelterek çözsün!" diyebiliriz. Ama şunu unutmayın karşınızdaki insan da aynı şekilde düşünüyor olabilir. Bu sefer geçinemeyen ve sürekli tartışmalı kısır döngüler yaşayan insanlar olarak kalabilirsiniz. Halbuki konuya olan mesafemizi tutabilirsek karşımızdaki kadar, belki kendimizin de bu oluşan gerginlikte sorumlu olduğumuzu anlayabiliriz. Başkalarını suçlamak yerine olaya karşı yapıcı bir tavır sergileyebiliriz. Üzüntülerimizden başkalarını sorumlu tutmamış oluruz. Sorunu çok taraflı anlarsak ancak, çözüm yoluna ulaşabiliriz. Ve ancak o zaman kendimizi yapıcı bir role büründüğümüzden dolayı daha iyi hissederiz. Gelin yaptığımız seçimlerde sorumluluk alalım ve başkalarını suçlamayalaım.

14.05.2009

Mutlu bir yaşam sürdürmenin sırrı...

lusi@http://www.sxc.hu/photo izniyle




Mutlu olmanın sırrı var mıdır? Kesin bir şey söyleyemem. Ancak hayatta mutluluğa giden yolu aydınlatan ipuçlarının olduğunu söyleyebilirim. Bu ipuçlarını bulup çıkarmak ve kullanmak bize düşüyor.

Hepimiz biliyoruz ki günümüzde, hayatımızı zorlaştıran şartların listesi oldukça kabarık. Ve yine birçoğumuz bu hayatı zorlaştıran şartlar karşısında kendimizi çaresiz hissediyoruz. Bu çaresizlikte bir kez kabul edildiği zaman bizi daha da başka zor şartlara sürükler.
Peki bu konuda ne yapmalı? Şimdi bu size çözüm olarak şöyle 20 maddelik bir yapılacaklar listesi okumak, herşeyi çok kolaymış gibi gösterecektir. Halbuki hepimiz biliyoruz ki durum böyle değil. "Söylemesi kolay, anlamıyorsun, benim durumum farklı, içinde olmayan bilemez" dediğinizi duyar gibiyim. Hepimiz bu sözleri söylemedik mi dertleştiğimiz insanlara zamanında?
Peki ben farklı olarak ne anlatacağım?
Benim burada anlatacaklarım mutlu bir yaşam sürdürmek adına "bilinçli olmak" üzerine olacaktır daha çok. Bilinçli olurken de hayatımızda neyi nasıl istediğimizi, istediğimizi elde etmek adına neler yapabileceğimizi, bu istediklerimizin gerçekten bizi mutlu kılıp kılmayacığını,... vs. sorgulayacağız hep birlikte. Bu bizi nereye götürür bilemiyorum, ama farkında ve bilinçli olmanın bile omuzlarımızdan yükü bir nebze olsun kaldıracağını düşünüyorum.

Uzun sözün kısası burada "kilo vermek için uygulayacağınız 5 adım" tarzı uygulayıp sonuç alır ya da almaz 2 gün sonra unutacağınız yazılar olmayacak. Onun yerine sizlere hayatınızı istediğiniz yönde motive edecek ufak tefek etkiler bırakmayı tercih ederim.
Amacım bu yazıda ve bu blogda bundan sonra yazacaklarımda sizlere bilinçli ve dolayısıyla mutlu bir yaşam sürdürmek konusunda ilham kaynağı olmak, ve sizlerle bu konuda paylaşımda bulunmak.

Mutluluğun sırrı nedir?
Gelin ipuçlarını birlikte arayalım ve hayatımıza aktaralım, nereye vardığımızı paylaşalım.
Bilinçli ve mutlu bir yaşam sürdürmeniz dileğiyle hoşçakalın...