7.07.2009

İstediklerinize ulaşmakta zorlanıyor musunuz?

courtesy of KLatham @ stock.xchng

Hayattan çok şey istiyorsunuz, bazen bazı şeyleri diğerlerinden daha fazla. Hedefliyorsunuz o isteğinizi yerine getirmek için, elinizden geleni yapıyorsunuz. Kimi zaman zorlanmadan isteklerinizin birer birer gerçekleştiğinizi görüyorsunuz, kimi zaman ne yaparsanız yapın, gönlünüzden geçen şey olmuyor. O "Ne yaparsam yapayım hiç birşey istediğim gibi olmuyor!" cümlesini kullanmamak için ne yapabilirsiniz? Çok şey! Hedefinize ulaşmak için nasıl bir plan, program yaptınız? Yoksa yapmadınız mı? Her hedefe ulaşmak için plan yapmalı? Nasıl?
Bir örnekten yola çıkalım. Ne dersiniz?

Karar verdiniz o en beğendiğiniz arabayı almaya. Önünüze bir yol haritası oluşturdunuz. Önce para biriktirmeniz, ardından da nereden alacağınıza karar vermeniz gerekiyor. Bu arada da sürekli fırsatları takip edeceksiniz. Ne istediğinize karar verme süreci aşılmış görünüyor. Gerçi bunda çok da zor olan birşey de yok aslında. Kim yeni bir arabaya hayır der ki? Zor olan araba almaya hazırlanmak, ama kararlı ve çok istekli olduğunuz için o kısmı da zorlanmadan aşacağınıza inanıyorsunuz. Herşey güzel, işler yolunda giderse 6 ay içinde arabanın anahtarı elinizde. Peki ya işler planladığınız gibi gitmezse?

Süreci şöyle bir düşünelim:

  1. Karar verdiniz: O çok uzun zamandır hayallerinizi süsleyen arabayı almaya karar verdiniz. Çok heyecanlısınız, arabayı almış kadar sevinçli ve umutlu, ama bir o kadar da endişelisiniz, çünkinereden başlayacağınıza henüz karar vermiş değilsiniz. Ama vazgeçmek yok! Hedefinize ulaşmak için var gücünüzle uğraşacaksınız.

  2. Kararlısınız: Hangi arabayı istediğinizi de belirlediniz. Böylece ne kadar paraya ihtiyacınızın olduğu belli oldu. Kendinize de 6 ay süre biçtiniz, o gönlünüzdeki arabayı almak için.

  3. İmkan yarattınız: Şimdi sıra parayı temin etmede. Eğer iyi bir geliriniz yoksa bu kısım biraz zorlu. Maaşlardan arttırarak biriktirmek lazım, ya da piyangoya güvenmek. Haa tabi bir de 2. maddede satınalma gücünüzün yeteceği bir arabayı seçmiş olduğunuzu varsaymak lazım.

  4. Durum kontrolü: Başladınız para biriktirmeye, 6 ay geçti ve duruma bir bakıyorsunuz. Burada karşılaşacağınız durumlarda olasılıklar 2'ye ayrılır: ya planladığınız gibi 6 ay para biriktirirsiniz ve hayalinizdeki arabayı alırsınız, ya da para biriktirirken aksiliklerle karşılaşırsınız. Birinci olasılıkta iş bitmiştir. Zaten işleriniz yolunda gidiyorsa bu yazıyı okumanıza dahi gerek yok! Ancak işlerinizin aksadığını düşünüyorsanız, sonraki maddede ne yapabileceğinize bakalım ve alternatif bir rota belirlemeye bakın.

  5. Planınızı gözden geçirin: Şimdi sorunun nereden kaynaklandığını bulmanız gerekiyor. Kazancınız, biriktireceğinizi düşündüğünüz miktar için yetmiyor mu? Yoksa ani bir şekilde bir hastalık mı belirdi? Belki de kazancınız umduğunuz düzeyde seyretmedi. Kriz mağduru olma şanssızlığı da olabilir. Sorunun kaynağı her ne olursa olsun, aslında tek bir kapıya çıkıyor: Kendinize biçtiğiniz sürede planınızı gerçekleştiremediniz. Burada birşeye dikkat etmek gerekli. Eğer planınızda süre hedefi koymamış olsaydınız, durup planınızı gözden geçirmek için bir durak yaratmamış olacaktınız. Belki de çok uzun süre araba alma hayaliyle, bazen ümitsizliğe kapılarak, dönem dönem vazgeçip tekrar isteyerek, kısır döngüler yaşayacaktınız. Her zaman hedeflerinizde zaman belirlemek şart, yoksa ne zaman ne başardığınızı, ne elde ettiğinizi ölçemez, kontrol edemezsiniz.

  6. Planınızı yeni koşullara göre değiştirin: Para biriktirmekte zorlandığınızı varsayarak daha gerçekçi bir gözle, daha uygulanabilir bir plan geliştirebilirsiniz. 6 ay değil de daha uzun bir süre ayırabilirsiniz planınıza. Diyelim ki 1 sene verdiniz kendinize, bu sürenin sonunda ya planınız olumlu sonuçlanacak ve arabanız sizin olacak, ya da planınızı tekrar gözden geçirmek durumunda kalabilirsiniz.

  7. Hedefinizi değiştirin: Plan değişikliğinizin gerçekçi olmak için yeterli olmadığını düşünüp toptan hedefinizi de değiştirebilirsiniz. Belki almayı hedeflediğiniz araba size biraz tuzlu geldi, ve para biriktirmesi fazla zorladı, o zaman daha uygun fiyatta başka bir model seçmeyi ya da beğendiğiniz modelin ikinci elini almak yönünde hedefinizi değiştirebilirsiniz. Herşey sizin elinizde.

  8. Olmadı mı? Vazgeçin: Başlığı görünce şaşırmayın, dünyanın sonu değil! Hatta belki sonuçtan daha çok memnun kalacaksınız. En sonunda baktınız, yola kararlılıkla çıktığınız bu macera sizi aşıyor, o zaman belki de arabadan toptan vazgeçip, mobilete yönelebilirsiniz. Zaten arkadaşlarınız her dem trafikte arabada çektikleri çilelerden şikayetçi. Aradan vızır vızır geçen mobiletlilere de hep imrendiniz, benzin masrafı da çok az. Hem hayli hayli mobilete yetecek kadar parayı da biriktirdiniz. Bir anda size çok mantıklı geldi, ve arabadan vazgeçip mobilet aldınız. Kendinizi çok daha genç hissedip, çok da memnun oldunuz bu seçiminizden.
Hayat bazen bize durup tekrar tekrar düşünmemiz için engeller koyar gideceğimiz yolda. Bu engeller aslında birer sınavdırlar. Gerçekten o çok beğendiğin arabayı istiyor musun?
Bazen başka seçenekler çıkar karşımıza. Düşünüp taşınıp, "Bu trafik sorunu da gerçekten dert. Acaba mobilet mi alsam?" diyerek kararınızdan vazgeçebilirsiniz. Bu sefer başka seçenekler sınar sizi. Başta vermiş olduğunuz karardan vazgeçerek mobilet alırsanız şayet, arabayı gerçekten de o kadar çok istememiş olduğunuz sonucu çıkar.

Buradan da şu sonuç çıkıyor: Aslında gerçekten istemediğimiz o kadar çok şeyin peşinden koşuyoruz ki boş yere. Halbuki bir eylem planımız olsa, boş yere debelenmek yerine gerçek hedeflerimizin peşinden gideceğiz.

26.06.2009

Modern Kadın ve Çelişkileri

courtesy of lilie @ http://www.sxc.hu/

Uzun süredir bu konu hakkında yazmayı düşündüm. Düşündüm ve ne kadar tek bir cinsiyete özel yazmak istemesem de kendimi alamıyorum. Evet, bu yazımı toplumun bir kesimine, %50'sine yani kadınlara ithaf ediyorum. Tabi ki erkekler de okuyabilir, ama sadece gözlemci olarak konuya katılabilirler, çünki bu yazıda modern kadınların yaşadığı sorunlara değinmek istiyorum.

Modern kadın sorunları derken, çok çalışıyor, bir yandan çocuk, bir yandan iş, bir yandan ev derken perişan oluyor diye hepimizin farkında olduğu şikayetleri dile getirmek değil amacım ki, modern kadın derken de şehirli çalışan kadınları da diğerlerinden soyutlamıyorum bu yazımda.

Modern kadın, toplumsal hayatta yer almak isteyen ve bu istekleri yerine getirmek için hırsları olan kadınlardır. Üretmektir modern kadının gayesi. Rasyonel akıl ile erkeğin yanında yer almak ister. Erkeklerle birlikte zorlukları göğüslemek, bir yandan da kendine güvenmek ister, hem dayanışma içinde olmak hem bağımsız olmak ister. Sözün kısası kimliğini bulmak, toplumun içinde aktif bir etken olmak ister.

Toplumun hali hazırda dayattığı kimlikler vardır: evin kızı, evinin kadını, çocuklarının annesi, eşinin arkasında duran kadın. İstediğimiz kadar sorgulayalım, bu kimlikler yadsınamaz. Hayatın gerçekleri hatta birer ödüldür aslında bu kimlikler. Fakat bu kimlikler sanki seçme hakkı tanımaz kadınlara. Kadınlar kendilerini kısıtlanmış hissederler, çünki bütün bu kimlikler kadının kendi egosunu geliştirmeye yönelik değil, başkalarını memnun etmek üzeredir. Kısıtlandığını hisseden kadın, bir kimlikten kaçarken diğerinde başka sorunlarla karşılaşır. Kaçmak gerekir mi peki? Toplumun baskısına göre bu değişir. Önemli olan burada kadının gerçek kimliğini bulma çabasıdır.

Kadın gerçek kimliğini ararken farklı farklı sorumluluklar almaya başlar, halihazırda var olan sorumluluklarına ilaveten. Evinin kadını, çocuklarının annesi iken iş kadını kimliği ekleniverir sosyal sorumluluklarına. Bir de bakmışsınız ki bu vazifelerinin arasında dört dönmeye başlamıştır. Bütün kimliklerinde mükemmel olma kaygısıyla yanıp tutuşur, bu sefer de her bir vazife için vakit yetmemeye başlamıştır, her bir konuda dışarıdan destek alma ihtiyacı doğmuştur; temizlikçi, çocuk bakıcısı, asistan daha da ileri gidersek, rehber, danışman, psikiyatrist, artık hangi konuda isterseniz. Eee, ne de olsa süper kadın olmak kolay değildir. İnsan biraz da olsa yardıma ihtiyaç duyabilir.

Bir de dürbünün diğer tarafından bakalım. Bütün bu bocalamaları yaşamamak için, ilk hedef olarak kariyerini ön plana alan kadınlar var. Kendi kimliğini bulma adına sosyal sorumluluklarını erteler. Önce çalışma hayatını oturtmaya çalışır ki ileride sıkıntı çekmesin. Ne de olsa çoluk çocuğa karışınca okumak, kendini geliştirmek, ve çalışıp para kazanmak çok da aile kolay yapılabilir şeyler gibi gözükmemektedir. Bir yandan isyan da vardır: "Benim kimliğim ev, çocuk, aile üçgeniyle sınırlandırılamaz!" diye. Kadın ondan beklenilenin çok daha fazlasını sunmak ister hayata, toplumun beklentilerini erteler. "Bu beklentileri karşılamakta ne var, çok kolay, herkes yapıyor, benim acelem yok." dercesine. Bir yandan da evlenmiş olmak için, evlenip çocuk sahibi olmak istemez. Kariyerindeki gibi yine herşeyi doğru yaşamak ister. Yani gerçekten seveceği ve onu gerçekten sevecek birisinin yoluna çıkmasını ister.

Kariyerim, kariyerim diye debelenirken kadın 30'lu yaşlarına gelir ve çalışmaktan yorulmuş bir vaziyette durur ve başardıklarına bakar. Kariyer açısından çok şey başarmış ya da başarmamış, önemli değildir. Bir şey farkeder: ertelediği toplumsal sorumlulukların eksikliğini. Biyolojik saati çalışmaktadır, ve ne yazık ki anne olmak için fazla zamanı yoktur. Bu ertelediği eksiklikleri telafi etmesi için tez hareket edip çocuk sahibi olması gerekmektedir. Yanlız ise yanlızlığını evinde kedi besleyerek gidermektedir. Topluma isyan etmişken, birden toplumun kurallarına ihtiyaç duymaya başlar. Kendini güçlü kılayım derken yanlızlığa itmiştir, toplumun kurallarına uyanların daha mutlu olduklarını hisseder. Gerçek bu mudur bilinmez ama kadın bu çelişkiyi yaşar.

Kadın çelişki doludur. Edilgenliğini aşmak isterken eril dünyasında çok başarılar katetmiştir, ama ne pahasına! Zayıflama takıntısı oluşmuştur, güzel olma tutkusunu desteklercesine. Bir de erkeklerin tedirginlik dolu bakışları vardır. Kadın işini iyi yapsa bile o "kadın" ya, bir yandan kadınlığını kullanmakla suçlanır, bir yandan da bu suçlamalara maruz kalmamak için erkeksileştirir kendini. Hayat çok acımasızdır. Bir zamanlar dayatılan sorumluluk olarak gördüğü, en doğal gereksinimi olan çoluk çocuğa yani "aileye karışma" hakkından feragat etmiştir, ve bunu kimsenin anlamasını bekleyemez.

Bu konu ile ilgili Elif Şafak'ın kaleme aldığı "Siyah Süt" otobiyografik romanını okumanızı tavsiye ederim. Bir yazar olarak anne olma yolunda karar verme sürecini yazarlığından vazgeçmeden nasıl yaptığını anlatıyor. Yazarlık kariyeri cansuyudur, annelik ise başka bir erdem. İkisi de büyük sorumluluk gerektiriyor, ve üstlenirken yaşadıklarını aktarıyor bizlere.

Kadınlar için bütün bu yaşanılan karmaşık duyguları engellemek için eğitim şart, ama bildiğimiz okul, seminer, kurs vs. tarzı eğitim değil. Toplumsal bilinç gerekli. Yeni nesilin bu tarz modernizme geçiş sıkıntılarını çekmemelerini ancak anneler babalar kendi çocuklarıyla konuşarak, gerçekten ne istediklerini sorarak, sorgulamalarını sağlayarak yönlendirebilirler. Eğrisini doğrusunu görmek için doğru yönlendirme şart. Kadınlar, genç yaştayken isteklerinin peşinde bilinçli hareket ederlerse daha tatminkar bir hayat yaşayabilirler.
Evlatlarımızı neden cinsel kimlikleri ile sınırlandırıyoruz? Tabi ki cinsel kimliklerini taşıyacaklar en doğal haliyle, ama kız ve erkek çocuklarımıza neden farklı sorumluluklar yükleniyor? Yazının başında bahsettiğim, ev, aile, kariyer sorumlulukları her iki cins için eşittir ve öyle öğretilmelidir.
Toplumda, kız çocuklarımız gelecekteki çocuklarına ve eşlerine potansiyel anne olarak yetiştiriliyor. Bunun yerine genç kızlarımızı kimliklerini bulmalarına teşvik etmemiz lazım. Bunun gibi, erkek çocuklarımızı da kimliklerini bulma konusunda yönlendirmek lazım. Hem kendi kimliklerini bulmaları gerekli hem karşılarındaki kişilerin de bulmalarına izin vermeliler. Bir erkek eş aradığında hem kendine hem çocuklarına potansiyel anne gözüyle tarar kadınları. Annelik kutsaldır ama her kişi bir bireydir de aynı zamanda. Halbuki kadın, eşinin annesi değil, diğer yarısı olmak ister. Kadın ayın karanlık yüzünde kalmayı değil, güneş ile birlikte hareket etmek ister.

Kadın çelişkilerle sürdürür hayatını. Dayatılan toplumsal sorumluluklarından kaçar bazen, yağmurdan kaçarken doluya tutulur. Bir yandan da içindeki üretme içgüdüsüyle hem iş kadını, hem anne, hem ay, hem güneş olmak ister. İçindeki erkeksi güneşi ortaya çıkarmak isterken kadınsı ayın karanlık yüzüyle yüzleşir. Ne vardır ayın karanlık yüzünde? Acı, pişmanlık, kızgınlık ve hüzün. Kadın olmak kolay değildir, ama bunu değiştirmek yine erkeklerin yardımıyla kadınların elinde.
Gelin çocuklarımızı bilinçli yetiştirelim!
Hayatın bizlere sunacağı sonsuz mutluluk var. Çelişkilerle değil bilinçle yolalmak dileğiyle...

11.06.2009

Ne istediğine karar vermek

kararsız mı kaldınız?Bu günlerde bizlere sıkça sorulan bir soru var: "Ne istiyorsunuz?"
Özellikle Çekim Yasası tartışmaları sebebiyle bu soru sürekli gündemde. Sürekli bir "evrenin işleyiş yasaları gereği istedikleriniz gerçek oluyor, o yüzden isteyin" diye orada burada konuşulduğunu duyuyoruz. İsteyelim ama ne istemek lazım biliyor muyuz?
Benim burada tartışmak istediğim çekim yasası değil, söz konusu meseledeki ne istediğimizdir. Sonuçta çekim yasası olmasa da insanın hayattan birşeyler istemesi, o yönde hedefler geliştirmesi lazım, öyle değil mi?

Etrafımızda ne istediğini bilen insanlar yok denecek kadar azdır. Ben bazen imreniyorum, aklında net bir şekilde ne yapmak istediğini belirleyen ve onu gerçekleştirmek için gerçekten uğraş veren birisini gördüğümde. Kişinin ne istediği önemli olmuyor bu durumda. Önemli olan karar vermiş, konuya odaklanmış, ve çaba sarfediyor olmasıdır.

Kararsız olmaktan dolayı sıkıntı çektiniz mi hiç? Ya da isteksiz olmaktan, veya bir arada çok şey istemekten dolayı afalladığınız oldu mu? Niye birçok şeye değil de, birşeye odaklanıp o konuda başarılı olamadım diye hayıflandınız mı? Bu sorunların hepsi atıl olmayı ya da yanlış yön ve yönlerde hareket etmeyi getirir. Atıl yani hareketsiz olmamak, ya da doğru hedefe yönelmek için de, ne istediğine karar verip o konuda ilerlemeye bakmak gerek.

İyi de o zaman ne istediğimize nasıl karar vereceğiz?

Bu çok önemli bir sorun, çünki günümüz hayat şartlarında, bize dayatılan koşulların içinde sürekli debelenip duruyoruz. Bu debelenme esnasında ise durup da, bırakın karar vermeyi, bir şeyler istememiz gerektiğini bile unutuyoruz. Bu da bizden beklenilenleri yerine getirmeye çalışırken, kişisel ihtiyaçlarımızı, bizi nelerin gerçekten mutlu ettiğini unutmamızdan, önemsememekten kaynaklanıyor. Kendi mutluluğumuzu neden ihmal edelim?

Okulda, ne amaçla olduğunu düşünmeden hep ders çalışmaya yönlendirildik, yüksek notlar almayı ve üniversitede okumaya şartlandırıldık. Ne istediğimizi biliyor muyduk? Pek az bir çoğunluğumuz ne istediğini bilerek bitirdi okullarını. Diğer kısmımız ise hayat bizi nereye sürüklerse oraya gideriz diye düşünerek atıldı erişkinlerin arasına.

Para kazanma kaygısıyla atılıyor çoğumuz iş hayatına. Çalışmayı arzuladığınız, o hayalinizdeki iş için, "nasılsa bende o şans yok, oraya beni almazlar" diye istemekten vazgeçenleri çok duydum. Bu yüzden sevmediği işlerde mecburiyetten çalışan o kadar çok insan var ki. Mecburiyetten bir işi yaptığınızda işler çoğunlukla ters gitmeye başlar. Bu isteksizlikten kaynaklanır. Hiç isteyerek yapılan bir işle mecburiyetten yapılan iş bir olur mu? Tabi ki olmaz.
Belki de bazılarımız çok şey istedi ve daldan dala atladı. Bu atlayışlarda da herşey yarım yaşandı. Dönüp bakınca, elinde kayda değer birşey kalmadığını gördü. Maymun iştahlı olmaktan dolayı pişman olmak da var hayatta.
Koşulların içine sıkışıp kaldığını hissetmek kadar insanı isteksizliğe iten birşey yoktur. Ve bunun devamı da umutsuzluktur. Birşeylerin yanlış gittiği aşikardır. Peki bu durumda ne yapmalı dersiniz?

Hayata es vermeyi unutuyoruz sıklıkla. Durup da gönlümüzden ne geçtiğini dinlemek zaten bazılarımıza zaman kaybı gibi gelebilir, ancak dinlemediğimiz zaman bizi neyin sıkıntıya soktuğunu ya da neyi istediğimizi anlayamayız. Belki daha rahat, belki daha çok para kazandığımız, belki daha sanatsal, daha kırsal, daha doğal, belki de daha mütevazi bir yaşantı yatıyor gönüllerimizde. İhtiyacımız olan şeyi belirlemek ancak ve ancak kendi elimizde. Bizim neye ihtiyacımız olduğunu söylemesi için koşulların oluşmasını beklemeye gerek yok. Beklemek oturup reklamların bize neyi almamız gerektiğini dinlemekle eşdeğer. Reklamlar mı belirleyecek ne istediğimizi? Hayır! Buna asla izin vermemek lazım.


Durun! Bir dakikalığına bile olsa durun ve düşünün, yaşamınız sizin istediğiniz gibi mi şekilleniyor? Sakın tereddüt etmeyin ve isteklerinizi önceliklerine göre belirleyin, ve adım adım gerçekleştirmeye başlayın. Daha çok vakit var birşeyler isteyip onları gerçekleştirmek için. Ne istediğinize karar verin yeter ki. Karar verdikten sonra da, eğer gerçekten istiyorsanız, hayallerinizin peşinden gitmek size kalmış. Doğru yöne yöneldiğiniz vakit kısıtlanmış olma duygusundan kurtulacak hedefinize yöneliyor olmanın keyifli adımlarını atıyor olacaksınız. O zaman koşulların size göre şekillendiğini göreceksiniz. İstemeye başlayın ve o isteklerin gerçekleşmesi için adım atın.
Atıl olmayın!

Çocukluk hayallerinizi hatırlayın! Küçükken hayalinizde ne vardı? Bu hayallerin peşinden gittiniz mi? Tekrar bisiklete binmenin ya da belki uçurtma uçurtmanın zamanı gelmiştir, ne dersiniz?

22.05.2009

Kendine güven

Bir aslan gibi kendine güven

Kendinize ne kadar güveniyorsunuz?
Her hangi bir konuda adım atmaktan korkuyor musunuz yoksa herşeyi göğüsleyecek cesaretinize mi güveniyorsunuz? Siz hangi kategoriye giriyorsunuz. İkisi de değil umarım. Ortası karar elbette. Ortasını tutturamamadığınız zaman kendinizi sıkıntıda hissediyor musunuz? Bu gibi durumlarda özgüven eksikliğimizi ya da fazlalığını gidermek için için neler yapılabilir bir bakalım.

Bu konuyu ele alırken iki ucu da irdeleyelim. Önce özgüven eksikliğini anlayalım.


Özgüven Eksikliği

İçinizde korku varsa ve yapmak istediğiniz şeylerde hareket edemiyorsanız: sizde özgüven eksikliği var demektir. Özgüven eksikliği başaramama inancından kaynaklanır. Kendimizi yetersiz gördüğümüz zaman başaramayacağımıza inanırız. Yetersizlik kendimize verdiğimiz değer ve hayattan aldığımız tatminle alakalıdır. Eğer yaptığımız işlerde karşılık göremediğimize düşünüyorsak yaptığımız işler de gözümüzde değerini kaybeder. İşimizin de kendimizin de değersiz olduğu hissine kapılırız.

Önemli bir noktaya geldik. Yaptığımız işlerin değerini neye göre biçmeliyiz? Uğraş verdiğimiz her işte takdir bekleriz ama öyle durumlar olur ki hak ettiğimiz ödülü alamadığımızı düşünürüz. Herkesin başına zaman zaman bu gibi durumlar gelmiştir. Hakettiğimiz sevgiyi, saygıyı, takdiri görememek bizi doğru davranmaktan, üretmekten, işimizi yapmaktan alıkoyar bazen.


Başkaları yaptığınız işlere, ya da size değer vermiyorsa bu sizin değersiz olduğunuz anlamına asla gelmemeli. Kaldı ki bizim özgüvenimiz, öz değerimizin ölçüsü zaten başkalarının gözüyle değerlendirilmemeli. Kendi değerinizi kendiniz için yaratın. Siz kendinizin değerli olduğuna inanırsanız, işinize verdiğiniz değer de artar ve korkmazsınız adım atmaktan. Hayata yapacağınız katkılar da değer kazanır. Özgüveniniz kendiliğinden yerine gelir.

Aynaya bakın ve değerli olduğunuza inanın. Karşınızdaki insan, yani siz boş ve değersiz değilsiniz. Önce kendinizi sevin ve saygı duyun, sonra başkalarının sizi zaten sevdiğini ve saydığını göreceksiniz. Özsevgi-saygıdan sonra aynı inceliği işlerinize ilişkilerinize de gösterin. Siz kendinize değer vermedikçe başkalarından teyit beklememelisiniz. Önce siz!

Fazla özgüvenli olmak

Özgüven eksikliğine benzer şekilde özgüvenin fazlalığı da sıkıntıya sebep olabilir. Aynı miktarda olmasa bile insan bazen tezcanlılıkla hareket edip sonradan tedbirsiz olmanın problemleriyle karşılaşabilir. Bu demek değildir ki hareket etmemek lazım. Bir amaç uğurunda girişkenliğinizin olması her daim özgüvensizlikten daha iyidir. Önemli olan ön araştırmanızı yapıp başarısızlığa uğramamanız için tedbiri elden bırakmamak, kontrollü hareket etmek, ve kendinize hak ettiğinizden fazla değer vermemektir. Önce bir bakın ve güzelce tartın: neler başarabilirsiniz, ondan sonra planlayın adımlarınızı, risklerinizi. Kendinizi düzgün değerlendirdiğiniz vakit, yanlış adım atmaktan kormayın. Tedbiri elden bırakmakyın!

Hayatın her alanında, ister iş, ister ev, ister sosyal hayat olsun, insan kendini başarısız ve özgüvensiz hissedebip hareketsiz kalabileceği gibi, aşırı özgüvenli de hareket edip sonradan pişmanlık duyacağı adımlar da atabilir. Bu yazıda yazılan kendine değer vermekle ilgili konuları sıkıntı hissettiğiniz alanda uygulayabilirsiniz. Önemli olan sıkıntıyı hangi alanda nasıl yaşadığınızın farkında olmak, geriye çözümü üretip uygulamak kalıyor.
Korkmak ya da korkusuz olmak ikisinin de fazlası zararlı. Önemli olan kendimizden emin olacak kadar bilgi sahibi olup yaptığımız işlerde bir aslan gibi özgüvenle hareket edebilmektir.

16.05.2009

Bahaneler

"Hocam, çalışamadım çünki sular kesilmişti"
Baharda kum tepeleri

Hepimizin okul yıllarından hatırladığımız şu espri dolu sözler neyi hatırlatıyor? Gülümsememize sebep oluyor değil mi? O çocukça saflıkta, sınavina çalışamamış bir çocuğun kendini savunmak amacıyla ürettiği bir cümle. O zaman da komik olduğu kadar saçma geliyordu, şimdi ise açıkça bu cümlenin bir bahane olduğu görünüyor. Zaman geçti, bazı şeyler değişti hayatımızda; büyüdük ve sorumluluklarımız arttı. Artan sorumlulukların yanında çocukluk zamanlarımızdaki kadar bahane üretiyor muyuz hala? Sizin dürüstçe verdiğiniz cevabı duyar gibiyim; ne yazık ki "evet".

Gündelik hayatta ürettiğimiz bahaneleri bir düşünelim;

"Kitap okumuyorum çünki boş vaktim yok",
"Düzenli yemek yiyemiyorum çünki evde yemek yapamıyorum",
"Zayıflamak istiyorum ama yemek yemeyi de seviyorum, o yüzden birkaç kilo fazlam var",
"Sigarayı bırakmak istiyorum ama etrafta çok sigara içen var, bıraksam bile yine başlarım",
"Para biriktirmek istiyorum ama..."

diye liste uzar gider... Bu listedeki cümlelerden herkes hayatı boyunca en az birini dile getirmiştir, gerek okulda, gerek işte, gerekse özel hayatında. İşler yolunda gitmeyince bahane üretme gereği duyuyoruz. Peki sizce bu listedeki yapılmak istenen şeylerden hangileri gerçekten yapılması çok zor, hatta imkansız? Hiçbirisi. Eğer bunlar yapılabilir şeyler ise neden yapılamayacaklarına dair gerekçe üretiyoruz?

Bahane gerçekte nedir?

Bahaneler, yapmamız gereken ama yapmadığımız şeyler için kendimizce, sorumluluğumuzu neden yerine getirmediğimize dair avutmalardır. Bu sorumluluklar başkasına karşı ve daha önemlisi kendimize karşı olan basit ve küçük şeyler olabilir. Tembelliğimizin ya da doğruyu görememizin üzerine örtmek için kullandığımız avutmalardır. Suçluluk duygumuzu böylece gizlemeye çalışıp aslında masum olduğumuzu koşulların uygun olmadığını, o işi yapmamızın zor olduğunu söylemeye çalışırız. Kendimize karşı olan sorumluluklarda bile bahane üretiyor olmamız en ilgincidir. En basitinden sağlığımıza dikkat etmek neden zor olsun ki? Beslenme, bakım, spor, vs. konularında dikkatli olmamamızı neden bahane arkasına gizleyelim. Burada bahanenin kimseye faydası yoktur sadece kendimize söylediğimiz, kendimizce pembe olan yalanlardır.

Faydalı şeyleri iyice kendimizden uzaklaştırmak, yapılabilir olanı yapılamaz hale getirmek,... işimize gelmeyince işe bir kılıf uydurmak, işte tam da bahsetmek istediğim budur.

O zaman ne yapmalı?

Bilinç düzeyimizi daima açık tutmaya gayret etmeliyiz. Bizden beklenilen birşeyi yapmadığımız zaman gerçek nedenleri hep düşünmeye çalışmalıyız. Örneğin, bizden sigarayı bırakmamız bekleniyorsa, bırakamamak konusunda bahane üretmek yerine, gerçekten bırakmayı isteyip istemediğimizi sorgulamalıyız. Gerçekten bırakmayı istiyorsak -kolay ya da zor- bir şekilde bırakılır sigara. Kitap okuyamıyorsak eğer, nedenini sorguladığımızda cevap belki de vakit bulamamak değil, dosdoğru okumak istemediğimiz çıkacaktır. Internette vakit geçirmeyi, televizyon izlemeyi, telefonda arkadaşlarımızla konuşarak vakit geçirmeyi tercih ediyor olabiliriz. Sonuçta gerçekten kitap okumak isterseniz, sizi kim tutabilir ki? Buna kendimize karşı dürüst olmak da denebilir.

Bahaneler her işimize bulaşmış. Artık sorumluluk almanın vakti geldi. Büyük, küçük, bahanelere hep dikkat etmek gerek. Ben de sıkça kullandığım bir bahaneden başlıyorum, kullanmamaya dikkat etmek üzere:

"Bir süredir çok yoğun olduğumdan dolayı ben de yazamıyordum."

Bir daha bu bahanenin arkasına sığınmamak için önce gerçekleri kabul edip, dürüst olmalıyım, kendime karşı. Aslında kurduğum cümle şu olmalıydı: "Canım yazmayı çok istemiyordu, o yüzden bir süredir yazmıyorum."

Bu şekilde düşünürsem eğer, canımın yazı yazmayı istememesini bir suçluluk duygusu içerisinde taşımayıp bu vakitleri daha güzel değerlendirebilir, ve gerçekten yazmayı istediğim zaman daha keyifle yazılar üretebilirim.

Yapmamız gerekenleri ertelemeyi bırakırsak, ancak o zaman bahanesiz cümleler kurmaya başlayabiliriz.

Suçlu kim?




Bir problem yaşadığımızda genelde ilk yaptığımız şey birisini ya da birşeyi suçlamaktır. En sık yaptığımız şey budur. Ne kadar kolay geliyor değil mi? Yaşadığımız mutsuzluklarımızı sorumlusu olarak parmağımızla başkalarını göstermek.
Birisi bizi terkettiğinde, bize darıldığında, işlerimiz ters gittiğinde, çocuklarımız yanlış davranışlar sergilediğinde hep öncelikle kendimizi haklı karşımızdaki kişinin suçlu olduğunu görme eğilimindeyizdir.
Peki durum gerçekte hep böyle midir? Gerçek hayatta bizim yaşadığımız üzüntüden başkaları mı sorumludur? Hayır başkaları sorumlu değildir, biz kendimiz sorumluyuz. Şimdi bana bunu yazdığım için bana kızmış olabilirsiniz. Durun kızmayın hemen, önce neden kendimizin sorumlu olduğunu bir anlamaya çalışalım.
Yaşadığımız çoğu şeyde seçim hakkımız vardır. Ne yiyeceğimiz, ne giyeceğimiz, nerede yaşayacağımız, kiminle birebir ilişkide bulunacağımız, ne işle uğraşacağımızı kendimiz seçeriz. Kimse bize zorla birşey yaptıramaz. Daima bir seçim vardır sözkonusu olan. Evet seçim hakkımız olduğu için üzüntülerimizden biz sorumluyuz, sorumluyuz ama nasıl?
Diyelim arkadaşınızla aranızda dargınlık var. Bazı huylarını sevmiyorsunuz, ona kızdınız ve aranıza soğukluk girdiği için bir süredir görüşmüyorsunuz. Ona kızgın olduğunuz halde arkadaşınızla görüşmeyi de istiyorsunuz. Dostluğuna ihtiyacınızın olduğunu hissediyorsunuz. Barışmak ve görüşmek istediğiniz halde, arkadaşınızın yine sizi rahatsız edecek davranışlarda bulunmasından çekiniyorsunuz. Peki ne yapmalı? Böyle dargın mı kalmalı, yoksa herşeyi unutup barışmalı mı? Kendimizi bir seçim yapmak zorundaymışız gibi hissederiz. Halbuki iki koşulda da birşeyleri kaybedeceğimizi biliriz. Birisinde sevdiğimiz bir arkadaşımızı, diğerinde ise gururumuzu kaybetme korkusu bizi suçlu - kurban rollerini pay etmeye zorlar. Karşımızdaki insanı arkadaş olarak kendimiz seçmişizdir, ve yine hareketlerine bozulup kızmayı da kendimiz seçtik, üzülüp darılmayı da. O yüzden arkadaşınız ne kadar suçlu olabilir, bilinçli bir şekilde sizi üzmeye çalışmadığı sürece?
Ara bir yol bulmak da mümkün bu durumda o da kabullenmekten geçer. Arkadaşımızla ilgili bizi üzen konularda onu suçlamak yerine onun davranışlarını kabullenip onunla daha yapıcı iletişime geçmeyi tercih edebiliriz. Kabullenmek derken sorun olduğu gibi kalsın demiyorum tabi ki, duruma karşı aldığımız tavrı tarifliyor, çözülmesi gereken durumu kabullenmekten bahsediyorum. Kabullenin durumu ama suçlayıcı olmadan, suçladığımız sürece hiçbir yere varamayız. Çünki iş suçlamaya gelince biz etrafımızdaki insanların davranışlarının bizi olumsuz etkilemesine izin vermiş oluyoruz ve en az onlar kadar suçlu olmuş oluyoruz.
İnsanları suçladığımız sürece hep kendimizi kurban olarak hissederiz, ve dolayısı ile öyle algılanırız başkaları tarafından. Bir yerde bir suçlu varsa o suç yüzünden mağdur olmuş bir kurbanın da olması gerekmez mi? Gördüğünüz gibi yanlış tutum yine başka yanlışlar doğuruyor. Halbuki kendimizi egomuzdan sıyırıp olaya dışarıdan, daha geniş bir açıyla bakabilirsek, durumu biraz tersinden, biraz üstten, ve belki de hatta alttan görebiliriz. Bu da ne demek diyecekseniz şöyle bir örnekleme yapalım: Madem "suçlu kim?" diye soruyoruz bir mahkeme salonu düşünelim. Mahkemede sanık, tanık, savcı, hakim, avukat, davacı katip vs. hepsi var, ve hepsinin konuya bakış açısı farklı. Farzedin ki siz hakimsiniz ve olayı değerlendirme makamındasınız. Olaya bakış açınız bambaşka olacaktır, kendinizi karşınızdaki herkesi dinlemek ve onlarla empati kurmak durumunda bulacaksınız. Eğer kendimizi kendi bakış açımızdan sıyırıp, dışarıdan bakan bir göz olarak bakmaya zorlarsak suçlayıcı olmak dışında bambaşka şeyler hissedeceğiz.
Suçlamak hem kurban hem de ceza gerektirir. Halbuki sürekli kurban gibi davranarak ve ceza keserek ilişkilerimizi kurarsak bir müddet sonra etrafımızda kimsenin kalmadığını görüp, kendimizi yanlız kalmış hissedebiliriz. Ceza kesmek derken illaki intikam almaktan behsetmiyorum. Suçlu olarak gördüğümüz kişi ile iletişimi kesmek de bir cezalandırma biçimidir. O kişiyi terkediyoruz, ve dolayısı ile kendimizden mahrum bırakmış oluyoruz.

Gündelik hayatımızda suçlayıcı olmak bir seçimdir. Sırf karşımızdaki insanı suçlayıp kendimizi kurban gösterip olayın içinden çıkabiliriz. "Bırak O vicdan azabı hissetsin, sorunu kendisini düzelterek çözsün!" diyebiliriz. Ama şunu unutmayın karşınızdaki insan da aynı şekilde düşünüyor olabilir. Bu sefer geçinemeyen ve sürekli tartışmalı kısır döngüler yaşayan insanlar olarak kalabilirsiniz. Halbuki konuya olan mesafemizi tutabilirsek karşımızdaki kadar, belki kendimizin de bu oluşan gerginlikte sorumlu olduğumuzu anlayabiliriz. Başkalarını suçlamak yerine olaya karşı yapıcı bir tavır sergileyebiliriz. Üzüntülerimizden başkalarını sorumlu tutmamış oluruz. Sorunu çok taraflı anlarsak ancak, çözüm yoluna ulaşabiliriz. Ve ancak o zaman kendimizi yapıcı bir role büründüğümüzden dolayı daha iyi hissederiz. Gelin yaptığımız seçimlerde sorumluluk alalım ve başkalarını suçlamayalaım.

14.05.2009

Mutlu bir yaşam sürdürmenin sırrı...

lusi@http://www.sxc.hu/photo izniyle




Mutlu olmanın sırrı var mıdır? Kesin bir şey söyleyemem. Ancak hayatta mutluluğa giden yolu aydınlatan ipuçlarının olduğunu söyleyebilirim. Bu ipuçlarını bulup çıkarmak ve kullanmak bize düşüyor.

Hepimiz biliyoruz ki günümüzde, hayatımızı zorlaştıran şartların listesi oldukça kabarık. Ve yine birçoğumuz bu hayatı zorlaştıran şartlar karşısında kendimizi çaresiz hissediyoruz. Bu çaresizlikte bir kez kabul edildiği zaman bizi daha da başka zor şartlara sürükler.
Peki bu konuda ne yapmalı? Şimdi bu size çözüm olarak şöyle 20 maddelik bir yapılacaklar listesi okumak, herşeyi çok kolaymış gibi gösterecektir. Halbuki hepimiz biliyoruz ki durum böyle değil. "Söylemesi kolay, anlamıyorsun, benim durumum farklı, içinde olmayan bilemez" dediğinizi duyar gibiyim. Hepimiz bu sözleri söylemedik mi dertleştiğimiz insanlara zamanında?
Peki ben farklı olarak ne anlatacağım?
Benim burada anlatacaklarım mutlu bir yaşam sürdürmek adına "bilinçli olmak" üzerine olacaktır daha çok. Bilinçli olurken de hayatımızda neyi nasıl istediğimizi, istediğimizi elde etmek adına neler yapabileceğimizi, bu istediklerimizin gerçekten bizi mutlu kılıp kılmayacığını,... vs. sorgulayacağız hep birlikte. Bu bizi nereye götürür bilemiyorum, ama farkında ve bilinçli olmanın bile omuzlarımızdan yükü bir nebze olsun kaldıracağını düşünüyorum.

Uzun sözün kısası burada "kilo vermek için uygulayacağınız 5 adım" tarzı uygulayıp sonuç alır ya da almaz 2 gün sonra unutacağınız yazılar olmayacak. Onun yerine sizlere hayatınızı istediğiniz yönde motive edecek ufak tefek etkiler bırakmayı tercih ederim.
Amacım bu yazıda ve bu blogda bundan sonra yazacaklarımda sizlere bilinçli ve dolayısıyla mutlu bir yaşam sürdürmek konusunda ilham kaynağı olmak, ve sizlerle bu konuda paylaşımda bulunmak.

Mutluluğun sırrı nedir?
Gelin ipuçlarını birlikte arayalım ve hayatımıza aktaralım, nereye vardığımızı paylaşalım.
Bilinçli ve mutlu bir yaşam sürdürmeniz dileğiyle hoşçakalın...